20 Nisan 2015 Pazartesi

2011 Sonrasında Sermaye Girişi - Büyüme İlişkisinde Kırılma

Türkiye’de uluslararası sermaye girişi ile büyüme arasında yakın bir ilişki olduğunu ekonomistler olarak hep söyleyegeldik; söylemeye de devam ediyoruz.  Oysa aşağıdaki grafiğe baktığımızda, 2001 krizi sonrasında uluslararası sermaye girişiyle büyüme arasında gözlediğimiz sıkı ilişkide son yıllarda bir kırılmanın yaşandığını görüyoruz.  Aşağıdaki şekilde de görüldüğü üzere, sermaye girişinin GSYH’ye oranı 2010-2011’de %8’den 2012-2013’de %8.75’e çıkarken,  reel büyüme oranı 2010-2011’de %9’dan 2012-2013’de %3’e düştü.  2014’te sermaye girişinin GSYH’ye oranı %5.4’e düşerken büyüme oranı %2.9 olarak gerçekleşti.  

Büyümenin 2015’de de %3’ün altında gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel. Uluslararası sermaye girişinin 2015’in ilk iki ayında artış eğiliminde olduğunu dikkate alırsak, bu yıl da sermaye  girişlerinin GSYH’ye oranının %5’in üzerinde gelme ihtimalinin yüksek olduğunu da söyleyebiliriz.  Bu gerçekleşirse, büyüme ve sermaye girişi arasındaki ilişkinin dört yıllık dönemde bir kırılma yaşadığını söyleyebileceğiz. 

Aşağıdaki grafiğe daha geniş bir zaman perspektifinden baktığımız zaman, 1987-2014 dönemindeki büyüme ve sermaye girişi ilişkilerini 1987-1999, 2001-2011 ve 2012-2014 olmak üzere üç farklı dönemde ele almamız mümkün gözükmekte.  Türkiye ekonomisinin makroekonomik dengesizlikleriyle diğer ülkelerden ayrıştığı 1990’lı yıllar boyunca, görece düşük uluslararası sermaye girişleriyle yüksek, ancak aynı zamanda oynak, bir büyüme performansı gerçekleştirmek mümkündü.  Bu dönemde, kamu açıkları yüksek de olsa %25’ler civarındaki özel sektör tasarrufları bu açığı finanse etmenin yanı sıra  yurtiçi yatırımları da finanse etmekte kullanılıyordu.

2001 sonrası dönemde normalleşen Türkiye ekonomisi, hızlı sermaye girişlerinin yardımıyla 1990’lı yıllara göre daha yüksek ve daha az oynak bir büyüme performansı gerçekleştirdi.  Ancak, aynı dönemde kamu açıkları azalırken özel sektör açıkları ve borç yükü hızla artmaya devam etti.  Gelire göre hızla artan borç yükü, ister kamuda olsun ister özel sektörde her zaman baş ağrısı demektir.  O yüzden 2012 başında getirilen ihtiyati tedbirlerle biriken özel sektör borçlarının ileride sorunlara yol açmasının önüne geçilmek istendi. Ancak, bu durumda da ekonomik büyümeden ciddi taviz verildi.  Bu tedbirlerle birlikte, yurtiçi tüketim ve yatırım harcamalarının büyüme hızı yavaşladı. Özel sektör yatırımları ise, 2011-2014 arasında neredeyse tamamen durdu.

Sermaye girişi-büyüme arasındaki ilişkide gözlenen kırılma, Türkiye için oldukça önemli olabilecek bir duruma işaret ediyor: 10 yıla yakın bir süre boyunca iç taleple büyüyen,  ortaya çıkan yüksek cari açığı uluslararası sermaye girişiyle finanse eden Türkiye’de, uluslararası sermaye girişleri büyüme üzerinde artık geçmişte olduğu gibi bir etki yaratamıyor.  


Türkiye ekonomisinde son dönemde gözlenen yavaşlama, uluslararası sermaye girişlerine sıkı sıkıya bağlı büyümenin sürdürülebilir olmadığının kanıtıdır.  Türkiye’de sürdürülebilir yüksek büyüme hızlarına ulaşmak için siyasi ve ekonomik (makro/mikro, kurumsal/yapısal) reformların bir an önce uygulanması gerekmektedir. Bu yönde bir iradenin ülke yönetimine hakim olup olmayacağını 7 Haziran seçimlerinden sonra göreceğiz.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder